Bugün dünya intihar farkındalık günü. Son 2 yıldır pandemi hayatımızda ayak uydurmamız gereken bir durum haline geldi. Başta korktuk, sevdiklerimizi kaybetme ihtimalimiz, virüsü kapma ihtimalimiz, hayatımızın eve kapalı hale gelmesi durumu gibi düşünceler hepimizin anksiyete düşüncelerine olumsuz etki etti. Burada bizi en çok kaygılandıran durum da hayatımızın kendi elimizde olmadığı düşüncesiydi. Çünkü pandemi hayatımızı şekillendiriyor, bizim elimizden bir şey gelmiyor, sosyal hayatımızı yok ediyor, kaygılı düşüncelerimizi artırıyordu. Aşının gelmesiyle birlikte hayatımızı normale döndüreceğimiz gelecek yaklaştı ve biraz olsun rahatlamaya başladık. Fakat bazılarımızda pandeminin bazı etkileri kalıcı oldu.
Pandemide aile içi şiddet arttı. Dünyada, COVID-19 salgını başlamadan önce bile, her 3 kadından 1'i çoğunlukla birlikte olduğu bir partner tarafından fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalıyordu.
Pandemi döneminde ortaya çıkan veriler, COVID-19'un patlak vermesinden bu yana birçok ülkede aile içi şiddet yardım hatlarına yapılan çağrılarda artış olduğunu gösteriyor. Anksiyete bozuklukları genelde 14 yaşından önce başlar. Anksiyetemizin neredeyse yarısı genetik temelli olsa da, çevresel faktörlerle etkileşim içindedir. Ailede görülen şiddet, aile içi kavgalar çocuklukta anksiyete bozukluğu ihtimalini artırdı. Bir çocuğun anksiyeteye meyilli genleri, ailede tanık olduğu olumsuz durumlarla birlikte mental bir bozukluğa dönüşebilir. Mesela; dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, yaygın anksiyete bozukluğu, bipolar bozukluk, obsesif kompulsif bozukluk, panik bozukluk, depresyon, travma sonrası stres bozukluğu gibi.
Ayrıca benim gözlemim, aile içi anlaşmazlıklardan dolayı terapiye başvuran ailelerde de bir artış oldu. Pandemi dönemi istatistiklerine göre İngiltere’de geçen seneye oranla boşanma için mahkemeye başvuranların sayısı %60 artış gösterdi. Bana sorarsanız pandemi ilişkilerin gidişatını hızlandırdı. İlişkiler sıkıştırılmış ve hızlı yaşanmaya başladı. Zaten çatırdayacak olan ilişkiler hızlıca gideceği yere vardı. Peki bu durum anksiyete bozukluklarını artırdı mı? Cevap evet. Evinde, aile yaşamında huzurlu olamayan insanların kaygılarının artması da çok doğaldır. Anksiyete bozuklukları ile intiharın ilişkisine bakacak olursak, dünya genelinde intihar girişiminde bulunan insanların %50’sinin depresyon geçmişi, %70inin bir anksiyete bozukluğu, %20-%50 sinin bipolar bozukluğu olduğunu görüyoruz. Yani aslında şunu söyleyebiliriz ki, ortaya çıkan bir anksiyete bozukluğu erken tanı koyulabilirse ve tedavi edilirse, intihar ihtimalini azaltabiliriz.
Peki intihara meyilli biri bize ne gibi işaretler verebilir?
Başkalarına yük olduğundan bahsedebilir.
Kapana kısılmış hissedebilir.
Dayanılmaz bir acı içinde olabilir.
Yaşamak için bir nedeni olmadığını söyleyebilir.
Kendini öldürmek istediğini ima edebilir.
Davranışlarında ne gibi değişiklikler olur?
Alkol veya uyuşturucu kullanımı olabilir, artabilir.
İnternette materyal arayarak kendini öldürmenin bir yolunu arayabilir.
Normalde yaptığı aktivitelerden uzaklaşabilir.
Aileden ve arkadaşlardan kendini izole edebilir.
Çok fazla veya çok az uyuması veya iştahında olan değişiklikler de bunlara işaret olabilir.
Hoşçakal demek için çevresini araması.
Saldırganlık artışı.
Aşağıdaki ruh hallerinde artış olabilir;
Depresyon
Öfke
sinirlilik
Aşağılama
Endişe
Peki, bu duyguları ve davranışları sergileyen bir insana nasıl yardım edebiliriz?
Öncelikle ilk yapmamız gereken profesyonel yardım önermek olmalıdır. İntihar hatlarını önerebiliriz.
Bunun dışında kişisel olarak yapabileceklerimizden en önemlisi kişiyi dikkatlice dinlemek olmalıdır. Ona anlaşıldığını hissettirmeniz gerekir. Yargılamadan dinlemek ve durumunun düzelebilir olduğunu ona hatırlatmak iyi bir yaklaşımdır.
Peki ne yapmamalıyız?
Yaşadıklarını yargılamamalıyız ve kesinlikle küçümsememeliyiz. Kendi çevremizden veya hayatımızdan “Ben de bunu yaşadım, önemli değil, geçti zaten” gibi cümleler kurmamalıyız. İntiharın kötü bir şey olduğunu, günah olduğunu veya önemsiz olduğunu söylememeliyiz. Problemlerini görmezden gelmemeliyiz ve hiçbir şey yapmadan beklememeliyiz. Yardımın her zaman var olacağını hatırlatmalıyız.
Ülkeler bu konuda ne gibi önlemler alabilir?
Öncelikle mental bozukluklara sahip olmanın diğer hastalıklar kadar olağan ve yaygın olduğunu okullarda öğretebilirler. Mental sağlık personeline ulaşmanın zorluğunu azaltabilirler. Özellikle psikolog ve psikiyatristlerin ücretlerinin en azından bir kısmının sigorta tarafından karşılanıyor olmasını sağlayabilirler. Etiketlenmeyi azaltmak için eğitimler düzenleyebilirler
Kaynaklar
Comments